24.04.2023
Tekstilde sürdürülebilirlik denildiğinde akıllara ilk olarak sertifikalı ürünler gelmektedir. Her ne kadar bu sertifikalar; genellikle ürünlerin ne gibi hammaddeler kullanılarak üretildiği, bu hammaddelerin elde edilme sürecinde ne gibi yöntemler izlendiği ve bunların ürün içeriğindeki izlenilebilirlik durumu gibi sürdürülebilirliğin çevresel boyutuna yönelik konuları merkeze alsa da zaman zaman sürdürülebilirliğin sosyal boyutuyla ilgili kriterleri de içerebilmektedir. Söz konusu sertifikalardan birine sahip olmak isteyen markaların üretim sahalarında denetimler yapılmakta, bu markalardan gerekli değişikliklerin yapıldığına dair kanıt belgeleri istenmekte, sonrasında da şartları sağlayan markalara ilgili sertifika verilmektedir. Böylece nihai ürünün belirli standartlara sahip olması sağlanmaktadır. Bu standartlar tüketicilerin zaman zaman ürünün tümüyle sürdürülebilir olduğu yanılgısına düşmesine sebep olabilmektedir. Aslında söz konusu standartlar, ürünün üretim sürecinde sebep olduğu atıklar, kayıplar, kalite sorunları gibi çevresel etkilerini ya da çalışma ortamı ve koşullarının sebep olabileceği olumsuz sosyal etkilerini değerlendirme konusunda çoğu zaman yetersiz kalmaktadır.
Yanlış yorumlanmaya müsait iletişim politikalarının yanı sıra reklamlar ve bilinçsiz tüketim anlayışı, tekstilde sürdürülebilirlik kavramının tekrar değerlendirilmesini zaruri hale getirmektedir. Özellikle hızlı moda akımının teşvik ettiği bilinçsiz tüketim sebebiyle tekstil sektöründe talep büyümekte ve haliyle üretim hacmi devamlı olarak artmaktadır. İmalat süreçleri sonucunda ortaya çıkan tekstil atıkları buzdağının sadece görünen yüzüdür, buzdağının görünmeyen kısmı ise daha korkutucudur. Örnek vermek gerekirse, hızlı moda endüstrisinin göz bebeği olan polyester, sentetik bir elyaftır ve giyim amaçlı tekstil ürün içeriklerinin yaklaşık %60’ını oluşturmaktadır. Kıyafetlerin üretimi sırasında yıkama aşamasında suya, kesim ve çözgü-dokuma gibi aşamalarda ise havaya karışan mikro parçacıklarsa büyük çoğunlukla sentetik elyaf kullanımından kaynaklanmaktadır. Üstelik yapılan araştırmalara göre evsel ve endüstriyel kaynaklardan günlük 1 ila 6,5 milyon mikro plastik arıtma tesislerine ulaşmakta ve bu miktarın %54 ila 88’i mikroliflerden oluşmaktadır. Arıtımı doğru yapılamayan bu maddelerin solunması astım gibi akciğer hastalıklarına davetiye çıkarırken suda bulunan mikro parçacıklar ise canlı yaşamını ve ekosistemin devamlılığını tehlikeye atmaktadır.
Tekstil sektörünün çevreye etkileri değerlendirilirken unutulmaması gereken bir başka konu ise kimyasal yönetimidir. Kimyasallar, hammaddenin yetiştirilme süreçlerinde kullanılan tarım ilaçları ve sentetik ürünlerin üretimi için kullanılan kimyasallardan üretim kimyasallarına, apreden ürünün son teslim aşamasındaki güvenliğine kadar her alanda kullanılmaktadır. Bu sebeple kimyasal kullanımının azaltılmasının ve doğru kimyasal yönetiminin yanı sıra ilk etapta doğru kimyasalların seçilmesi de büyük önem arz etmektedir. Kimyasal yönetiminde dikkate alınan kriterler arasında; kullanılan kimyasalların ISG kapsamında değerlendirilmesi gereken MSDS & CAS numarası verileri, kullanımı yasaklı ya da kısıtlanmış kimyasalların bulunduğu SVHC (Substance of Very High Concern), MRSL (Manufacturing Restricted Substances List) ve RSL (Restricted Substances List) veya doğaya deşarjı istenmeyen kimyasalların yer aldığı Gateway ZDHC (Zero Discharge Hazardous Chemicals) listelerinde bulunup bulunmadığı, Türkiye’ye ait Reach uyumluluğu temelli kimyasal kontrol sistemi olan KKDİK (Kimyasalların Kaydı, Değerlendirilmesi, İzni ve Kısıtlanması) kapsamında kullanım iznine tabi olup olmadığı, firmanın üretim ve/veya tedarik bazında müşteri tarafından belirlenen kimyasal listeleri ile uyum gösterip göstermediği ve Oekotex & Oekotex-recycle gibi kimyasal kullanımını değerlendirme kriterlerine dahil eden sertifikaların öngördüğü standartlara uygun olup olmadığı bulunmaktadır. Bu listelere uyum çoğu zaman markalarca çeşitli internet bazlı sistemler aracılığı ile kontrol edilirken bazı markalarca saha denetimleri ile takip edilmektedir. Bu kriterlerin ve takip sistemlerinin niteliğinden ziyade niceliğinin artması, kimyasal listelerinin takip edilmesini zorlaştırmakta ve bu durum firmaları çeşitli cezalar ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Tekstil ürünlerinin çevreye olan olumsuz etkileri ne yazık ki üretim sürecinden sonra da devam edebilmektedir. Bu ürünler, kullanım ömürleri boyunca çeşitli temizleme işlemlerine ihtiyaç duymakta ve bu işlemler çevreyi olumsuz yönde etkilemektedir. Tam da bu yüzden sürdürülebilir bir ürün üretmek için sadece iyileştirilmiş bir üretim süreci ya da sürdürülebilir bir ürün zincirine sahip olmak yeterli olmamaktadır. Temiz üretim anlayışının yanı sıra ürünün yaşamı boyunca oluşturacağı toplam etkinin azaltılmasına da odaklanılmalıdır. Sürdürülebilir tekstile geçiş sürecinde tasarım ekiplerine büyük görev düşmektedir. Eko-tasarım yaklaşımı, üretim sürecinde yapılacak küçük değişiklikler ile zamana meydan okuyan ve fonksiyonel ürünler elde edilmesini mümkün kılmaktadır. Örneğin, tasarımda yapılan bir değişiklik ile bir ürünün kullanım ömrünün yalnızca %10 oranında artırılması durumunda söz konusu ürünün 3 milyon ton daha az CO2 salımına, 150.000 ton daha az atık üretimine ve 600 milyon m3 daha az su tüketimine sebep olması sağlanabilmektedir. Tekstil ürünlerinin sebep olduğu gizli kirliliği azaltmakta oldukça önemli bir rolü olan;